Londra’da Thames Nehri’nin kuzey kıyısında, başka bir uygarlıktan gelmiş gibi görünen devasa siyah anıt bloklar yükseliyor. Blackfriars Köprüsü yakınında, yaklaşık 10 metreye varan bu beton yapılar, hem platform hem oturma alanı işlevi görüyor. Tepelerinden süzülen sular küçük havuzlara akarken, bazıları doğrudan nehir duvarından yükseliyor. İskoç sanatçı Nathan Coley’nin eseri olan bu yapılar, gelecek ay kamuya tanıtılacak ve şehrin en dikkat çekici yeni sanat eserleri arasında yerini alacak.
Coley, projeyi anlatırken “Kimseye veya hiçbir şeye gönderme yapmayan, hem neşeli hem de sert görünümlü, soyut formlar” yaratmak istediğini belirtiyor. Bu heykeller, her yıl 18 milyon ton atığın Thames’e karışmasını engellemek için inşa edilen 4,6 milyar sterlinlik Tideway süper kanalizasyon projesinin en görünür yüzü.
Mühendislikten Sanata Uzanan Yol
Tideway projesi, bütçe tartışmaları ve gecikmelerle gündeme gelse de, aynı zamanda Londra’ya yeni ve kalıcı kamusal alanlar kazandırdı. Batıdaki Putney’den doğudaki Deptford’a kadar uzanan 25 kilometrelik tünel güzergâhı boyunca, nehre doğru uzanan yeni alanlar oluşturuldu. Bu alanlar, atık suyun dev düşüş bacalarına yönlendirilmesini sağlayan mühendislik yapılarının üstünde yer alıyor.
Mimarlık firması Hawkins\Brown’dan Roger Hawkins, “Mühendisler için bu yapılar sadece erişim noktaları olabilirdi, ancak biz tıpkı 19. yüzyıldaki gibi halka geri kazandırılan kıyı alanları yaratmak istedik” diyor.
Viktorya Dönemi’nden Günümüze Kıyı Düzenlemesi
1860’larda Joseph Bazalgette tarafından inşa edilen Viktorya dönemi kanalizasyon sistemi, Thames kıyısını bataklık ve atık dolu halinden kurtarmış, zarif yürüyüş yolları ve süslü havalandırma bacalarıyla donatmıştı. Bugün Victoria Embankment boyunca hâlâ yunus heykelleriyle desteklenen lamba direkleri ve zarif dökme demir oturma bankları görülebilir.
Tideway’in çağdaş versiyonları ise modern mühendisliğin etkisiyle daha çok “işlev odaklı” görünüyor. Bazı alanlarda tenis kortunun yarısı kadar bir zeminde 55 servis kapağı bulunuyor. Bu durum, proje alanlarının mimariden çok mühendisliğin hâkimiyetinde geliştiğini gösteriyor.
Modern “Stink Pipe” Tasarımları
Projeye kimlik kazandıran unsurlardan biri, siyah dökme demirden yapılmış modern havalandırma bacaları. Beş metre yüksekliğe kadar çıkan bu yapılar, aşağıdaki atık suyun döngüsel hareketini yansıtan kıvrımlı formlara sahip. Fereday Pollard’dan baş mimar Clare Donnelly, “Amacımız boruları saklamak değil, güçlü ve estetik bir şekilde sergilemekti” diyor. Bu bacalara, şehrin “kaybolmuş nehirleri”ne atıfta bulunan şiir dizeleri kazınmış durumda.
Chelsea’den Putney’e Renkli Dokunuşlar
Chelsea Quay’de, sanatçı Florian Roithmayr’ın renkli seramik tuğlalarıyla bezenmiş oturma basamakları yer alıyor. Nehir duvarı, akarsu jeolojisini yansıtan katmanlı bir yapıyla genişletilmiş. Putney Embankment’ta ise Üniversite Bot Yarışı’nın başlangıç noktasını işaretleyen bronz kürek korkulukları bulunuyor.
Victoria Embankment’teki Tyburn Quay alanında ise Westminster’ın resmi atmosferine uygun granit kaplamalar tercih edilmiş. Zemin içine yerleştirilen bronz halka, altındaki dev düşüş bacasının yerini işaret ediyor.
Sanatla Zenginleşen Kamusal Alanlar
Projeye eşlik eden sanat eserleri, Thames kıyısını sadece mühendislik değil, aynı zamanda kültürel bir miras projesi haline getiriyor. Sanatçı Richard Wentworth, hessien dokusu bronza işlenmiş sandbag (kum torbası) oturma elemanlarıyla kıyıya mizahi ve dokunsal bir karakter katıyor. Wentworth, “Bu tasarım insanların üzerine oturdukça parlayacak ve belki de tekliflerin yapılacağı romantik bir mekân olacak” diyor.
Chelsea’nin organik kıvrımlarından Victoria’nın ciddi çizgilerine kadar her alan, hem geçmişe selam duruyor hem de Londra’nın gelecekteki kıyı kimliğine yeni bir katman ekliyor.