Amerikalı sanatçı Sam Gilliam, hayatı boyunca sadece tuvalin sınırlarını değil, aynı zamanda sanat dünyasının kurallarını da zorladı. Dublin’deki İrlanda Modern Sanat Müzesi (IMMA), Gilliam’ın 1993 yılında Ballinglen Art Foundation’daki ikametinden kalan ve daha önce hiç sergilenmemiş eserlerini gün yüzüne çıkaran “Sewing Fields” adlı yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
1972’den 2025’e: Renk Devriminin Sessiz Kahramanı
1972’de Venedik Bienali’nde ABD’yi temsil eden ilk Siyah sanatçı olarak tarihe geçen Sam Gilliam, geleneksel sanat kurallarını reddederek eserlerini gerilmiş çerçevelerden kurtardı ve tuvalleri duvarlara, tavanlara, hatta zemine serdi. Ancak 1980’lerden itibaren sanat dünyasının soyut sanata olan ilgisini kaybetmesiyle Gilliam uzun yıllar göz ardı edildi.
Ancak bu sessizlik 2012’de Rashid Johnson’ın küratörlüğünde düzenlenen sergiyle bozuldu. Gilliam’ın üretkenliği, ilerleyen yaşına rağmen hiç azalmadı. Kendisinin de dediği gibi:
“Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin ama ben hiç tamamen kaybetmedim. Sadece devam ettim.”
Ballinglen’deki Sessiz Patlama: “Sewing Fields” Nasıl Doğdu?
İrlanda’nın batı kıyısındaki izole konumu, Gilliam için ilk bakışta sıra dışı görünse de bu yeni çevre, sanatçının renk anlayışını ve malzeme kullanımını dönüştürdü. Petrol bazlı boyaları yanına alamadığı için önceden Washington’daki atölyesinde baskı, boyama ve kolaj çalışmaları yaptı. Ballinglen’e vardığında ise dikiş makineleri, kumaşlar ve katmanlı kolajlarla yeni bir anlatı dili kurdu.
Serginin eş küratörü Mary Cremin, sanatçının altı dikiş makinesiyle çalıştığını belirtiyor ve ekliyor:
“İrlanda ışığı, değişken havası ve doğası Gilliam’ın renkleriyle birebir örtüştü. Eserlerinde tonlar neredeyse gün gibi değişiyor.”
Tuvalin Ötesinde: Kadın Emeğine ve Kara Tarihe Bir Saygı
Gilliam’ın tuvalden kurtardığı kumaşları, sadece bir estetik tercih değil; aynı zamanda Afrikalı-Amerikalı kadın emeğine ve yıkanan çamaşırlardan ilhamla tarihsel bir referans barındırıyor. İrlanda’daki çalışmalarında bir terziyle işbirliği yaparak, kumaşları zigzag dikiş çizgileriyle katman katman birleştirdi. Böylece hem bedensel hem de mimari bir hafıza yaratmayı başardı.
“Sewing Fields” Sergisinden Öne Çıkan Beş Eser
Folded Cottage II (1993)
İrlanda’nın sahil kasabalarındaki evlerden esinlenen bu eser, lekelenmiş, çizilmiş ve sıçratılmış boyalarla oluşturulmuş kolaj panellerle Gilliam’ın yeni dönemine geçişini simgeliyor.
Doonfeeny Lower (1994)
Neredeyse giyilebilir gibi duran bu kumaş kolaj, kıvrımlı hatları ve perdeyi andıran biçimiyle hem galeri dışına sesleniyor hem de insan bedenini çağrıştırıyor.
Count on Us (2008)
Obama’nın seçildiği yıl ortaya çıkan bu neşeli, üç parçalı drape çalışması, Gilliam’ın en çok tanınan eserleri arasında yer alıyor.
Silhouette/Template (1994)
İrlanda’da edindiği doğa deneyimiyle şekillenen bu çalışma, uçurtmayı andıran formuyla Gilliam’ın doğaçlama asılabilen eser anlayışını öne çıkarıyor.
Pages and Echoes #8 (1998)
Derin morlardan birincil renk sıçramalarına uzanan bu parça, baskıcı William Weege ile yaptığı işbirliklerinin izlerini taşıyor.
Yeni Nesillere İlham Veren Bir Miras
1980’lerde kimlik siyaseti ön plana çıkarken, Gilliam’ın eserlerinin doğrudan Siyah deneyimi yansıtmaması nedeniyle görmezden gelindiği söylense de bugün onun biçimsel deneyciliği ve kural tanımazlığı, genç sanatçılar için yol açıcı bir miras bırakıyor.
Mary Cremin’in ifadesiyle:
“Bir kural varsa, Gilliam onu yıkmayı denerdi.”