Frank Gehry, modern mimarlığın yönünü değiştiren, hiç kimsenin cesaret edemediği tasarımları gündelik hayatın içine yerleştiren bir isim olarak tarihe geçti. Los Angeles’ta 96 yaşında hayatını kaybeden ünlü mimar, kariyerini sıradan olanı eğip büken, yapı malzemelerini yeniden yorumlayan ve şehrin ritmine meydan okuyan bir anlayışla inşa etti. Onun için hiçbir bina “tamamlanmış” değildi; her yapı dönüştürülebilir, kesilebilir, soyulabilir ya da alışılmadık bir yüzeyle yeniden kaplanabilirdi. Bu özgür yaklaşım, hem Amerikan mimarisinin yönünü değiştirdi hem de Kaliforniya’nın siluetine kalıcı bir imza attı.
- Walt Disney Concert Hall: Paslanmaz Çelik Dalgaların İçindeki Akustik Evren
- Gehry Residence: Deconstructivist Akımın İlk Parlayan Yıldızı
- Binoculars Building: Dev Bir Dürbünün İçinden Geçilen Ticari Kampüs
- Norton Residence: Sanatçıların Kaos İçindeki Renkli Dünyası
- Loyola Law School: Bir Kampüsü Köy Atmosferine Dönüştürmek
Gehry’nin bakışı, sanatçılarla işbirliğinden şakacı formlara, dev ölçekteki heykelsi girişlerden gündelik hayata uyarlanan sahil kulelerine kadar uzanan geniş bir yaratıcılık alanına dayanıyordu. Kaliforniya’daki mahalleler ve kültürel merkezler, onun tasarımlarıyla yalnızca yeni bir kimlik kazanmakla kalmadı; aynı zamanda mimarinin sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceğine dair algıyı da değiştirdi.
Walt Disney Concert Hall: Paslanmaz Çelik Dalgaların İçindeki Akustik Evren
Los Angeles şehir merkezinin kalbinde yer alan Walt Disney Concert Hall, Frank Gehry denince akla gelen ilk yapılardan biri. Paslanmaz çelik yüzeyleri, serbest akışlı dalga formuyla ışığı bükerek kentin en ikonik simgelerinden birine dönüştü. Yapıyı şekillendiren temel fikir, müziğin mekânı belirlemesiydi. Gehry, akustik uzmanlarıyla birlikte binayı dışarıdan içeriye değil, tam tersine içeriden dışarıya doğru tasarladı.
Dış cephedeki özgür geometriye karşılık iç mekânda şaşırtıcı bir simetri bulunuyor. Gehry, halkın kendisini “fazla deneysel” bulacağını bildiğinden iç mekânda rahatlatıcı bir düzen kurmak istemişti. Bu denge, konser salonunu dünya çapında tanınan bir mimari başarıya dönüştürdü.
Gehry Residence: Deconstructivist Akımın İlk Parlayan Yıldızı
Santa Monica’daki Gehry Residence, mimarın en erken ve en radikal çalışmalarından biri olarak kabul ediliyor. Frank Gehry, eski bir Hollanda koloni tarzı evi soyup temel ahşap iskeletini ortaya çıkardıktan sonra çevresine cam, kontrplak, metal levhalar ve zincir örgü gibi alışılmadık malzemeler ekleyerek binayı adeta yeniden inşa etti.
Büyük açılı pencereler, iç mekânın “tamamlanmamış” hissini dışarıya taşırken, ev Gehry’nin deconstructivist akımının simgesi hâline geldi. Yapı, 1978’deki ilk dönüşümünden sonra 1992’ye kadar sürekli güncellendi; bu da Gehry’nin mimarisinin asla tam anlamıyla “bitmediğinin” bir göstergesiydi.
Binoculars Building: Dev Bir Dürbünün İçinden Geçilen Ticari Kampüs
Venedik bölgesindeki Binoculars Building, Los Angeles’ta gören herkesi durduran bir sahne yaratıyor. Ana girişteki dev dürbün formu, aslında sanatçılar Claes Oldenburg ve Coosje van Bruggen’in tasarımıydı. Frank Gehry, 79.000 metrekarelik kampüsü bu heykelsi giriş etrafında kurguladı; güney cephesine ağaç benzeri metal bir örtü, kuzey tarafına ise gemiyi andıran parlak beyaz bir kütle ekledi.
Yıllar içinde binanın ünü o kadar arttı ki Google, 2011’de burayı kampüslerinden biri olarak kullanmaya başladı. Bina bugün hâlâ Los Angeles mimarisinin en tanınan eserlerinden biri.
Norton Residence: Sanatçıların Kaos İçindeki Renkli Dünyası
Venice Beach kıyısında yer alan Norton Residence, Gehry’nin sanatçılarla kurduğu yaratıcı ilişkiyi en iyi gösteren yapılardan biri. Sanatçı Lynn Norton ve yazar William Norton’ın isteği üzerine tasarlanan bu yapı, farklı boyutlarda beton kutular, asimetrik bloklar ve çeşitli renklerin birleşimiyle canlı bir kaotik düzen yaratıyor.
Evin en dikkat çekici yanı ise Gehry’nin William Norton’ın eski cankurtaran geçmişine gönderme yaptığı tek odalı stüdyo kulesi. Tek bir sütun üzerinde yükselen bu kule, mimarın mizah duygusunu da yansıtıyor.
Loyola Law School: Bir Kampüsü Köy Atmosferine Dönüştürmek
1979’da Loyola Marymount University için tasarlanan Loyola Law School kompleksi, Gehry’nin “kampüs yerine köy” yaklaşımını benimsediği projelerden biri. Tek büyük bina yerine küçük yapılardan oluşan bir düzen önererek klasik kampüs anlayışını baştan yazdı. Komiteyle iddialı malzemeler ve açıları nedeniyle sık sık tartışmalar yaşandı; ancak sonunda Gehry’nin tercihleri baskın çıktı ve bugün okul, parlak renkleri, metal kaplı sütunları ve farklı kotlardaki geçişleriyle Los Angeles’ın en özgün eğitim alanlarından biri hâline geldi.
