Guyanalı sanatçı Aubrey Williams, yaşamı boyunca güçlü bir duruş sergileyen, ancak uzun süre görmezden gelinen figürlerden biriydi. Şimdi ise, Londra’daki October Gallery’de açılan yeni sergisiyle birlikte, hem sanat çevreleri hem de eleştirmenler tarafından “hak ettiği geç kalınmış ilgiyi” görüyor. Williams’ın büyük, renkli ve politik yüklü soyut tabloları, yeniden değer kazanırken, sanatçının çağdaş kültür üzerindeki etkisi de gün yüzüne çıkıyor.
Soyut Resmin İlk Dalgalarından Biriydi
1950’li yıllarda İngiltere’ye göç eden Aubrey Williams, soyut sanatı ülkeye taşıyan ilk sanatçılar arasında yer aldı. İklim değişikliği, kolonyal miras ve doğayla insan arasındaki ilişki gibi temaları işlerken, eserleri hem estetik hem de düşünsel açıdan güçlü bir iz bıraktı.
October Gallery’nin kurucusu Chili Hawes, sanatçının tuvalleri hakkında şu yorumda bulundu:
“Tabloları dramatikti, renkleri çok yoğundu. Solgun hiçbir şey yoktu. Aubrey sanatta büyük oynamayı severdi.”
Picasso’yla Tanıştı, Ancak Dışlandı
Williams, 1952’de İngiltere’ye tarım mühendisliği eğitimi için geldikten sonra sanata yöneldi. Paris’te Albert Camus aracılığıyla tanıştığı Picasso ona poz vermesini teklif etti ama onun da bir sanatçı olduğunu ciddiye almadı. Bu dışlanma, Williams’ın Batı sanat dünyasında karşılaştığı yapısal ayrımcılığın sembolü oldu.
Buna rağmen Williams, İngiltere’de kurulan ve Karayip kökenli sanatçılarla yazarların oluşturduğu Caribbean Artists Movement (CAM)‘ın önde gelen isimlerinden biri oldu. 1960’larda siyahi sanatın tanımı ve ana akımda görünürlük kazanması konularında yoğun tartışmalar yürütüldü.
“Sanat Topluma mı Bağlı Olmalı, Özgür mü Kalmalı?”
Akademisyen Malachi McIntosh, CAM hareketi üzerine yazdığı yeni kitapta, Williams’ın özgür sanat anlayışını öne çıkardığını belirtiyor.
“CAM içerisindeki büyük ayrışma, sanatın toplumsal mı yoksa özgür mü olması gerektiği üzerineydi. Williams mutlak özgürlüğü savunuyordu.”
Williams’ın Eserleri Yeniden Keşfediliyor
Son yıllarda, Frank Bowling ve Althea McNish gibi sanatçıların ardından Williams da yeniden gündeme geldi. 2010’da Tate Liverpool’da yer aldı; 2022-2024 arasında ise Tate koleksiyonunda özel bir odaya sahip oldu.
2024’te Frieze Masters’ta Spotlight bölümüne seçilmesi, onun yeniden önem kazandığının güçlü bir göstergesiydi. Bu yıl Yale University Press tarafından, kızı Maridowa Williams’ın eş editörlüğünde çıkan kitap ise sanatçının mektuplarını, şiirlerini ve güncelerini içeriyor.
October Gallery sanat yönetmeni Elisabeth Lalouschek ise, Williams’ın Shostakovich gibi bestecilerden etkilenerek renklerle müziği “resmetmeye” çalıştığını vurguluyor.
“Müziği tuvale aktarmaya çalışmak çok zor bir şey. Ama Aubrey bunu denedi.”
Doğaya, Mitolojiye ve Maya Kültürüne Derin İlgi
Williams’ın Güney Amerika’daki agronomist (tarım uzmanı) geçmişi, doğayla kurduğu bağı derinleştirdi. Maya, Aztek ve Olmek uygarlıklarına olan ilgisi, eserlerinin mitolojik ve arkeolojik yönünü zenginleştirdi.
Yazar Anne Walmsley, sanatçının ölümünün ardından The Guardian’da yazdığı yazıda şöyle demişti:
“Onun sorgulayıcı zihni, insan ile doğa ilişkisine ve eski uygarlıkların sembolizmine odaklanıyordu.”
Londra’daki Sergiyle Yeni Bir Dönem Başlıyor
“Aubrey Williams: Elemental Force” adlı yeni sergi, 22 Mayıs – 26 Temmuz tarihleri arasında October Gallery‘de ziyaret edilebilecek. Sergide Williams’ın birkaç on yıla yayılan eserleri yer alıyor ve izleyiciye onun dünyasını hem sanatsal hem de düşünsel katmanlarıyla sunuyor.
Bu sergi sadece Williams’ı anmakla kalmıyor; aynı zamanda onun zamanının ötesinde olan mesajlarının günümüzle nasıl kesiştiğini de gösteriyor.