1960’ların İngiltere’sinde, Londra’daki Royal Waterloo Hastanesi’nin beşinci katında bulunan “Uyku Odası”, tıbbi tedavinin değil, sistematik bir zihin kontrolü ve ihlal pratiğinin merkezi haline geldi. Burada genç kadınlar, aylarca uyuşturucu destekli derin komalara sokuldu, elektroşok tedavisi (ECT) uygulandı ve hayatlarının kontrolü ellerinden alındı. Bu tedavilerin arkasındaki isim ise İngiliz psikiyatrist William Sargant’tı.
Sargant’ın Klinik İmparatorluğu ve Deneyselliği
Royal Waterloo, 1948’de kurulan NHS‘in ilk yıllarında St Thomas’s Hastanesi’ne bağlandı. Aynı yıl, William Sargant bu hastanede psikiyatri bölümünün başına getirildi. Kısa süre içinde beşinci kat, “Sargant koğuşu” olarak anılmaya başlandı. Sargant’ın yaklaşımı klasik konuşma terapilerinden çok uzaktı. Ona göre beyin, hasarlı bir organ gibi “yeniden yapılandırılmalı”ydı. Bunun yolu ise derin uyku terapisi, yüksek dozda psikotrop ilaçlar ve düzenli elektroşok uygulamalarıydı.
Derin Uyku: Rehabilitasyon Değil, Hafıza Silme Aracı
“Uyku Odası”nda hastalar, haftalarca uyanmadan tutuluyor, yalnızca yemek, temizlik ve şok tedavileri için uyandırılıyorlardı. Genellikle ergenlik dönemindeki genç kızlar bu uygulamalara maruz bırakılıyor, ailelerin izni çoğu zaman “rıza” yerine geçiyordu. Bugün ise bu kadınlar, yaşadıkları travmayı yeniden hatırlayıp konuşmaya başladılar.
Celia Imrie, ünlü İngiliz oyuncu, 14 yaşında anoreksiya nedeniyle bu koğuşa yatırılmıştı. Şimdi 70’lerinde olan Imrie, “Odaya giren uyur, çıkan da uykudadır. İçeride uyanan kimseyi hiç görmedim,” diyor. Gördüğü elektroşok tedavisinin ve insülin enjeksiyonlarının bedeninde ve zihninde yarattığı etkilere hâlâ karşı koymaya çalışıyor.
ECT, Narkoz ve Kayıp Kimlikler
Sargant’ın teorisine göre bu tedaviler, “bozuk düşünce devrelerini” kırmak ve zihni sıfırlamak için gerekliydi. Ancak sonuçlar çoğu zaman hafıza kaybı, kişilik değişimi, fiziksel sakatlık ve psikolojik çöküntü oldu. Mary Thornton, 20 yaşında Sargant’a emanet edildi. Uygulanan 24 ECT seansı sonrası kendisini tanıyamaz hale geldi, sevgilisini unuttu ve yıllarca travma sonrası sorunlar yaşadı.
Linda Keith, 60’ların moda ikonlarından, 23 yaşındayken ailesinin zoruyla Sargant’a teslim edildi. Üç aya yakın uyutulan Keith, 50’ye yakın şok seansı aldı. Hastaneden çıktıktan sonra okuma yetisini kaybetti, karar alma becerisi yıkıma uğradı, kişiliği silikleşti. “Bir kafeste gibiydim, televizyondan başka hiçbir şeyi anlayamıyordum,” diyor.
Kaybolan Dosyalar ve Komplo İddiaları
Sargant’ın 1972’de NHS’ten emekli oluşuyla birlikte, yüzlerce hastanın tedavi kayıtları da ortadan kayboldu. Bazı belgelerin kasıtlı olarak yok edildiği düşünülüyor. Bu durum, Sargant’ın istihbarat kurumları adına deney yaptığı yönündeki komplo teorilerini de güçlendirdi.
Sargant’ın hayatta kalan hastaları, yaşadıkları deneyimi “psikiyatrik şiddet” ve “cinsiyet temelli kontrol” olarak tanımlıyor. Özellikle dönemin koşullarında, kadınların bedeni üzerinde erkek otoritesinin nasıl bir tahribat yarattığına dikkat çekiyorlar. Bu kadınların çoğu, tedavi gördüklerinde henüz 20’li yaşlarındaydı ve çoğu zaman yalnızca toplumsal normlara uymadıkları için kurban edildiler.
Adalet Gelmedi Ama Sessizlik Bozuldu
Bugün William Sargant, tıbbi başarıları kadar, etik dışı uygulamalarıyla da hatırlanıyor. Hayatta kalan kurbanları, yıllar sonra da olsa yaşadıklarını anlatmaya başladı. Linda Keith, Sargant’la son karşılaşmasını şöyle aktarıyor: “Bana sarılmaya çalıştı. Onu itip kaçtım. Bir daha da arkamı dönüp bakmadım.”
Sargant, yalnızca psikiyatrik bir diktatör değil, aynı zamanda sistematik olarak kadınları susturmanın sembolü haline geldi. Bugün, kurbanlarının anlatıları sayesinde artık sessiz kalmak mümkün değil.