“Eskilerrr alıyoooommm” diye bağırırdı eskiden eskiciler. Gıcırdayan tekerlekleri zorla dönen dört ayaklı el arabalarıyla gezerlerdi mahalle aralarında. Alışveriş bu ya, onlar eskileri alırdı, biz anılarımızı satardık. E o da gerekliydi tabi. Sonuçta zaman akıyor, ömür geçiyor, çark dönüyor, bir şekilde devinip duran hayata ayak uydurmaya çalışıyorduk, öyle değil mi?
Bir de bozacılar vardı, hatırlar mısınız? Onlar da tıpkı eskiciler gibi gezerdi mahalle mahalle. Akşamları duyunca “booooğzaa” diye bağıran pala bıyıklı bey amcanın sesini, zıplayarak koşardım sokak kapısına sevinçle. O şahanem Haziran çıkmazlarında, sarı leblebileri çay kaşığıyla fincana batıra çıkara içmeyi severdim bozayı. Bahçe merdivenlerinde arkadaşlarımla gece yarılarına kadar çekirdek ve boza partileri yapmak ne büyük keyifti o zamanlar. Bizden mutlusu yoktu yeryüzünde.. Ya da biz öyle zannederdik. Ufacık sevinçlerden kocaman mutluluklar çıkarmak değil miydi en büyük meziyeti bizim neslin? Sonuna kadar hakkını verirdik payımıza düşen bu ulvi görevin. Birleşince gülmelerimiz camlar sallanırdı.
Bir de serserivari delikanlı abilerimiz vardı. Murat 131’in camlarından yarı beline kadar dışarı sarkmış, Maltepe sigarası dudaklarının arasında, arabanın teybinde bangır bangır haykırırdı Cengiz Baba “İçime doluyor sonsuz bir hüzün, nedendir bilemem gece olunca. Aklıma geliyor o güzel yüzün, bir garip olurum gece olunca.”
Yani güzel çocuklardık vesselam.
Neyse, mevzu bu değil. Aslında ne diyordum ben.
Eskiciler!
Sahi; eskilerimizi vermeseydik eskicilere, eskimezdi belki insanlık.. Ya da belki insanlıktan eksilmezdik.. Eskicilere vermeseydik eskilerimizi!
Bu kadar eskilerden bahsetmişken, şimdi çok iyi gitmez mi PEKY Sibel Can’dan, Lale Devri Çocuklarıyız Biz…