“Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim” diyordu ya canım şair… PEKY biz? Biz, değil nefret, bu çağ için herhangi bir duygu durumuna geçemeden, öyle bir nefret etti ki çağ bizden, ters dönene kadar salladı beşiğimizi.
Gençtik, içten yanıyorduk… Bize yaklaşma dedikçe çıplak elle tuttu bizi, derilerimiz ellerine yapıştı… Duman oldu ortalık, kül olduk!
Bir ara düşündük, ayak uyduralım çağa dedik. Şımardı! Biz mütevazı oldukça, O hırçınlaştı.
Deprem oldu, salladı.. Yangın oldu dağladı.. Fırtına oldu koparıp attı… Savaş oldu bombaladı!
Biz daha gözümüzü açamadan neyin hırsıydı bu? Kimlerin intikamı geçti üzerimizden? Beyinlerimiz, vücutlarımız, ruhlarımız ne ara böyle çamura bulandı?
Yine de ucundan kıyısından yaşadık güzelce günler. Bazı iyilikler bulduk, sevdalara bulandık, mutlandık. Dostlar edindik ki şimdi bir çoğu yoklar. Çocuk olduk, oyunlar kurduk, oyunlar oynadık. İlmek ilmek ördük gençliğimizi büyüme yolunda. Çimenlerde hep dört yapraklı yoncayı aradık, bulamadık. Şanslı mı değildik, yoksa bu da çağın bir planı mıydı umudumuzu yitirtmek adına?
Varsın öyle olsun. Şimdiye kadar debelenip durduk ayakta kalmak için, düşmemek için, dengeyi bozmamak için, adil olmak için, uyum sağlamak için, bozguna uğramamak için… Hepsini yaptık da kendi çapımızda. Çapımız neyse?
Şimdiden sonra ne yaşarız? Muamma. Lâkin hakkımızsa bu korkunç çağa sayıp sövmek, “ki hakkımız!” öpüp gözlerinden, selâm ederiz geçmişine geleceğine!
Sonra da açarız Ezginin Günlüğü’nden bir parça.. “Çalsın sazlar, dönsün dünya, aah güle oynaya geçsin hayat.”