Türkiye, deniz üstü rüzgar enerjisi projelerine yönelik dört bölge belirleyerek enerji dönüşümünde yeni bir adım attı. Sektör temsilcileri, bu adımın yalnızca enerji üretimi değil, aynı zamanda ihracat odaklı sanayi gelişimi açısından da büyük bir fırsat olduğunu belirtiyor.
Rüzgar Enerjisinde Altıncıyız, Hedef Deniz Üstü Atılımı
Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) öncülüğünde Danimarka’daki Middelgrunden deniz üstü rüzgar santraline yapılan teknik gezi sırasında önemli açıklamalar yapıldı. TÜREB Deniz Üstü Rüzgar Enerjisinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Yaman, Türkiye’nin karasal rüzgar enerjisindeki ihracat başarısını deniz üstüne taşımayı hedeflediklerini belirtti:
“Karasal rüzgar endüstrimiz 2.2 milyar dolarlık hacme ulaştı. Ciromuzun %70’ini ihraç ediyoruz. Aynı başarıyı deniz üstünde de elde edebiliriz.”
Türkiye’nin Potansiyeli 75 GW Seviyesinde
Ember verilerine göre Türkiye’nin deniz üstü rüzgar enerjisi potansiyeli 75 GW seviyesinde. Buna karşın, halen faaliyette olan açık deniz rüzgar türbini bulunmuyor.
WindEurope verileri ise Türkiye’nin 13,8 GW kurulu kara rüzgar gücüyle Avrupa’da altıncı sırada olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye; Almanya, Birleşik Krallık, İspanya, Fransa ve İsveç’in ardından geliyor.
4 Bölge Belirlendi, Marmara Ön Planda
Ufuk Yaman, deniz üstü rüzgar türbinleri için dört öncelikli bölgenin belirlendiğini ve Marmara Denizi’nde üç ayrı noktada ölçüm çalışmalarının sürdüğünü açıkladı:
“İki bölge teknik olarak uygun bulundu. 2026’nın ilk çeyreğinde teknik fizibilite çalışmaları tamamlanacak.”
Enerji Üretiminden Fazlası: İhracat, Teknoloji, Yerli Sanayi
Yaman, bu yatırımların yalnızca enerji üretimini değil, aynı zamanda yerli tedarik zinciri oluşumu, teknoloji geliştirme ve ihracat açısından büyük önem taşıdığını söyledi:
“Bu sayede cari açığı azaltabilecek bir sanayi oluşacak. Avrupa’nın enerji dönüşümünde Türkiye kritik bir tedarikçi olabilir.”
İklim Krizine Karşı Temiz Enerji
İklim değişikliği ve küresel ısınmayla mücadelede, deniz üstü rüzgar enerjisi giderek daha kritik hale geliyor. Türkiye’nin bu alandaki geçişi, sürdürülebilir kalkınma hedefleri açısından da stratejik bir değer taşıyor.