Londra’daki Tate Britain, sıradışı bir küratöryel kararla, savaş destekçisi hiciv ressamı Edward Burra ile okültist sürrealist Ithell Colquhoun’u aynı sergide buluşturdu. Ancak bu eşleştirme hem tematik hem de estetik açıdan büyük bir kafa karışıklığı yaratıyor.
Sanat dünyasının en farklı karakterlerinden ikisi olan Edward Burra ve Ithell Colquhoun, Tate Britain’da izleyici karşısına çıkarıldı. Ancak eleştirmenlere göre bu birliktelik ne biçimsel bir uyum taşıyor ne de sanatsal bir bütünlük sunuyor. The Guardian yazarı Jonathan Jones, bu sergiyi “zoraki bir eşleştirme” olarak nitelendiriyor.
Jazz, Savaş ve Büyü: Amaçsız Bir Tematik Kaos
Ithell Colquhoun, bilinçdışını ortaya çıkarma deneyleri ve okültizm merakıyla tanınırken; Edward Burra, 1920’lerin Harlem gece hayatını betimleyen resimleri ve Franco sempatizanı savaş sahneleriyle öne çıkan bir figür. Jonathan Jones’a göre, bu iki ismin bir araya getirilmesi “bağlamsız ve kafa karıştırıcı”.
Burra’nın İspanya İç Savaşı’nı konu alan eserleri serginin merkezine yerleştirilmiş. Ancak sanatçının Franco’nun tarafını tuttuğu ve solcuları hedef alan görüşleri, Tate’in metinlerinde yer almıyor. Hatta müze, Burra’nın bu eserlerini “modern savaş sanatı” olarak tanımlıyor ki bu da Jones’a göre gerçeklikten uzak.
Görkemli Renkler, Karışık Mesajlar
Burra’nın suluboya çalışmaları, güçlü bir teknik ustalık sunsa da, Jones bu eserlerin savaşı “gösterişli bir tiyatroya” dönüştürdüğünü ve insan trajedisini arka planda bıraktığını savunuyor. Örneğin “Beelzebub” adlı resminde, bir kilisede geçen erotik savaş sahnesi, politik değil, neredeyse grotesk bir eğlenceye dönüşüyor.
Öte yandan Colquhoun’un mistik dünyası, bu kaotik enerji içinde neredeyse görünmez kalıyor. Tate St Ives’te daha önce gösterilen Colquhoun retrospektifine hayran kalan Jones, bu versiyonun “ruhsuz ve etkisiz” olduğunu yazıyor.
Gerçek Burra, Plastik Kahramana Dönüştürülüyor
Edward Burra’nın gece kulüplerindeki hayatı, jazz tutkusu ve eşcinsel alt kültüre ilgisi, sergide fazlasıyla romantize ediliyor. Ancak Jones, Burra’nın Harlem sahnelerinde örneğin Langston Hughes gibi isimlerle bağ kurmadığını, çizimlerinin daha çok Hogarthvari bir hiciv içerdiğini hatırlatıyor: “Kutlamaktan çok gözlemliyor, hatta zaman zaman alay ediyor.”
Serginin en içten gelen işleri ise Burra’nın Sussex kırsalına dair manzaraları. Yumuşak yeşil tepeler, benzin istasyonları ve modern hayatın bozduğu doğa manzaralarıyla dolu bu tablolar, yine de Tate’in Burra’yı “iklim krizini önceden gören” biri olarak sunma çabasına karşılık vermiyor.