2 Temmuz 1993 tarihinde, Türkiye’nin kalbinde, Sivas’ta yaşanan vahşet; yalnızca 33 canı değil, bir halkın hafızasını, adalet duygusunu ve vicdanını da yakarak geride bıraktı. Madımak Oteli’nin önünde toplanan binlerce kişi, yalnızca fikirlerinden, kimliklerinden ve sanatlarından dolayı orada bulunan insanlara karşı organize bir linç girişiminde bulundu. Devletin gözü önünde, güvenlik güçlerinin sessizliğinde, bir otel cayır cayır yakıldı. 33 aydın, 2 otel çalışanı ve 2 caniyle birlikte 37 insan orada katledildi.
Bu bir yangın değildi. Bu, bir katliamdı. Bu, sıradan bir öfke nöbeti, anlık bir linç değil; planlı, örgütlü ve göz göre göre gerçekleşmiş bir insanlık suçuydu.
Zaman Aşımıyla Değil, Adaletle Hesaplaşılmalı
Yıllar geçti. Faillerin bir kısmı ya “kaçtı”, ya “kayboldu”, ya da “zaman aşımı” adı altında kurtuldu. Oysa insanlık vicdanında zaman aşımı yoktur. Hiçbir takvim, alevlerin içindeki çığlıkları, duman altında kalan vicdanları ve sessizliğe mahkûm edilen adaleti silemez.
Sivas Katliamı, zamana bırakılacak bir mesele değil; hukukla, cesaretle ve toplumsal yüzleşmeyle çözülmesi gereken bir yaradır.
Bu Topraklarda Yalnızca Aydınlar Yanmadı, Vicdan Da Yandı
Metin Altıok’un şiiri, Asım Bezirci’nin cümleleri, Behçet Aysan’ın sözleriyle birlikte susturulmak istendi. Ancak asıl hedef yalnızca bireyler değil, bir fikirdi: Özgürlük, eşitlik ve düşünceyi savunmak. O gün orada yanmak istenen; farklılıklarıyla bir arada yaşayan bir Türkiye’nin umuduydu.
Unutmak mümkün değil. Unutturmak isteyenlere karşı, her 2 Temmuz’da bir kez daha hatırlatmak, yalnızca geçmişe değil, geleceğe karşı da sorumluluğumuzdur.
O gün, yangını seyredenlerin, müdahale etmeyenlerin, sırtını dönenlerin adı hâlâ mahkeme tutanaklarında eksik. Ancak biz biliyoruz: Madımak, yalnızca orada bulunanları değil, susanları da yaktı.
Bu nedenle Sivas Katliamı sadece mazide kalmış bir trajedi değil, hâlâ süren bir sınavdır. Adalet geciktiği sürece bu sınav kaybedilmeye devam edecektir.