Fransız sinemasının aykırı yönetmenlerinden Alain Guiraudie, son filmi Misericordia ile izleyiciyi bir kez daha alışılmışın dışına sürüklüyor. “Stranger By the Lake” ile uluslararası başarıya ulaşan yönetmen, bu kez gerçeklik ile rüya arasında gidip gelen, absürt ve bir o kadar da çarpıcı bir yapıma imza atıyor.
Guiraudie’nin mizah anlayışı, neredeyse Quentin Dupieux ile yarışacak kadar tuhaf ve özgün. Ancak Misericordia, sadece bir komedi mi, yoksa seyirciye sessizce göz kırpan bir sinema içi şaka mı, işte burası tam anlamıyla belirsiz.
Bir Rüyanın İçinde Kaybolmuş Gibi
Film, genç bir adam olan Jérémie‘nin (Félix Kysyl), eski işvereni olan bir fırıncının cenazesi için küçük bir kasabaya gelmesiyle başlıyor. Ancak asıl hikâye, ölen adamın dul eşi Martine (Catherine Frot) tarafından eve davet edilmesiyle şekilleniyor. Bu davet, Martine’in oğlu Vincent (Jean-Baptiste Durand) tarafından hiç hoş karşılanmaz. Oğul, Jérémie’nin annesine karşı uygunsuz bir ilgisi olduğuna inanır.
Oysa ki Jérémie, şaşırtıcı bir şekilde, ilgisini yoksul ve dağınık komşu Walter‘a (David Ayala) yöneltir. Hikâye, Vincent’ın kıskançlığı ve Jérémie’ye duyduğu öfkenin, köyün esrarengiz rahibi Philippe (Jacques Develay) tarafından dengelenmesiyle daha da karmaşık bir hal alır.
Guiraudie’den Beklenen: Gariplik ve Sürprizlerle Dolu Bir Anlatı
Misericordia, Guiraudie’nin tipik anlatım biçimini tamamen yansıtıyor. Oyunbaz, esrarengiz ve her an yön değiştiren bir yapısı var. Film boyunca izleyici, sahnelerin bir rüya gibi mi yoksa kasten absürt bir düzenle mi kurgulandığına karar veremiyor. Oyuncular, sanki hipnotize olmuş gibi donuk ama aynı zamanda gerçeküstü bir canlılıkla oynuyorlar.
Guiraudie, burada da önceki filmlerinde olduğu gibi, cinsel kimlik, aşk, tutku ve yabancılaşma gibi temaları ustalıkla işliyor. Üstelik, kamera karşısında cesur ve sansürsüz bir yaklaşımı tercih eden yönetmen, cinselliği ve arzuları filmin merkezine yerleştiriyor.
Mizah mı, Provokasyon mu?
Film, yer yer izleyicide “Acaba burada bir oyuncu sahnede gülmemek için kendini mi zorluyor?” hissi uyandırıyor. Her bir karakterin, adeta bir rüyanın içindeymiş gibi sergilediği donuk ama etkileyici performansları, filmin duygusal dünyasını daha da derinleştiriyor.
Guiraudie’nin filminde, hikaye akışı boyunca neyin gerçek, neyin kurgu olduğuna dair net bir çizgi yok. Seyirci, yönetmenin bilinçli bir belirsizlik yarattığını ve sinemaya bir nevi “uyanık rüya” hissi katmaya çalıştığını anlıyor.
Fransız Sinemasında Eşsiz Bir Deneme
Misericordia, kuşkusuz yılın en tuhaf ve aykırı filmlerinden biri. Bu film, Guiraudie’nin sinema anlayışını sevenler için eşsiz bir deneyim sunarken, klasik hikaye akışı bekleyenler için ise oldukça zorlayıcı olabilir.
Özellikle de filmin finaline doğru, bastırılmış duyguların ve karakter çatışmalarının patlamasıyla birlikte, Fransız sinemasının özgür ve cesur yapısına bir kez daha tanıklık ediyoruz.