Sex and the City’nin tartışmalı devam dizisi, üçüncü sezonuyla “beyaz liberal” karakterlerin hatalarına yer vererek temsilde cesur bir adım atıyor.
Cringe Değil, Gerçek: Hatalarla Yüzleşen Bir Beyazlık Hikayesi
And Just Like That… (AJLT), ilk sezonundaki rahatsız edici yapay diyaloglardan sonra üçüncü sezonuyla şaşırtıcı bir dönüş yapıyor. Artık mesele “çeşitlilik” göstermek değil, beyaz orta sınıf kadınların ne kadar hata yapabileceğini göstermek. Ve bu, diziyi daha samimi, daha etkili ve daha izlenesi kılıyor.
Tıpkı Miranda’nın “acaba beyaz kurtarıcı mı oldum?” repliğinde olduğu gibi, dizinin kendi çekingenlikleri üzerinden ironi kurması, gerçek bir yüzleşme yaratıyor. Çünkü bu karakterler – özellikle de Miranda ve Carrie – yaşadıkları dünyaya bir hayli geç uyanmış durumdalar. Bu geç kalmışlık, AJLT’yi diğer “temsilci” dizilerden ayırıyor.
Carrie, Diwali’yi Yeni Keşfederken: Gerçekten Hiç Mi Duymadın?
Carrie’nin yeni Hintli arkadaşı Seema ile Diwali için sari alışverişine çıktığı bölümde, “Bu kıyafetler… Bu bayram… Her şeyi bilmek istiyorum!” demesi yalnızca şaşkınlık değil, gaf da içeriyor. New York gibi kültürel çeşitliliğiyle bilinen bir şehirde yaşamış bir kadının Diwali’yi yeni öğreniyor oluşu, dizi karakterlerinin yaşadığı “beyaz filtreli hayatın” dramatik bir göstergesi.
Ancak dizinin başarısı, Carrie’nin cehaletini eleştirmekte değil, onu sorgulamaya açmakta. Çünkü asıl mesele, Carrie’nin bu cümleyi kurması değil, Seema’nın buna nasıl tepkisiz kaldığı. Bu noktada hata Carrie’de değil, Seema’nın yazımında. Neyse ki üçüncü sezonda Seema karakteri çok daha derinleşiyor.
Nya ve Che Gitti: Şablon Temsillerden Kurtuluş
Dizide artık yer almayan Nya Wallace ve Che Diaz, ilk iki sezonda adeta “BLM elçisi” gibi yazılmıştı. Bir beyaz karakterin bilinçlenmesi için konumlanan siyah ve queer karakterler, hikâyeye değil, mesaj verme işlevine hizmet ediyordu. Yeni sezonda bu karakterlerin sahneden çekilmesi, AJLT’nin gerçekten ne anlatmak istediğini daha net görmemizi sağlıyor.
Yerlerini, derinlemesine yazılmış iki karakter dolduruyor: Belgesel yapımcısı ve “bad’n’bougie” ikonu Lisa Todd Wexley ile feminen gücün yeniden tanımı olan Seema Patel. Artık “ırksal çeşitlilik” bu karakterlerin omuzlarına yüklenen bir görev değil; karakterlerinin doğal bir parçası.
Seema: Yeni Samantha ve Kendi Hikâyesinin Kahramanı
Seema, Samantha Jones’un yerini doldurmakla kalmıyor, onun açtığı alanı genişletiyor. Evet, hâlâ gösterişli giyiniyor, ama içsel kırılganlıkları da var. Çocuk sahibi olmamış, evlenmemiş, 50’li yaşlarında, başarılı bir kadının toplumsal algılarla mücadelesini görmek, sadece temsil değil, bir başkaldırı.
Ve bu defa, Seema’nın Hint kimliği karikatürize edilmiyor. Aksine, bir sahnede şöyle diyor: “Ben Hintliyim. Eşleştirme işini biz icat ettik.” Temsil değil, mizah ve özgüvenle anlatılan bir kimlik.
Dizi Ne Yapmıyor?
AJLT, üçüncü sezonuyla “herkesi memnun etme” tuzağından çıkıyor. Karakterleri mükemmelleştirmiyor. Carrie hâlâ gaf yapıyor, Miranda hâlâ “altın yıldız” bekliyor, Charlotte ise toplumla ailesi arasında sıkışmış durumda. Ama bu kez dizinin gücü, karakterlerin bu gafları yapmasına izin vermesinde.
“Yaralı bilge” klişelerine yaslanmadan, beyaz kadınların farkında olmadan yaptığı ırksal gafları ortaya koymak kolay değil. Ancak AJLT, bu riski alarak temsil meselesini gerçek, komik ve eleştirel bir şekilde ele alıyor.
Cringe Gitti, Gerçek Kaldı
İlk sezonundaki zorlama “farkındalık” sahneleriyle eleştirilen AJLT, artık kendi kabuğunu kırdı. Irk, sınıf ve toplumsal cinsiyet meselelerini karikatürize etmek yerine, karakterlerinin gafları üzerinden mizahla sorguluyor. Dizinin asıl katkısı ise şu: Çeşitliliği sadece kadroda değil, bakış açısında da sağlamak.
Ve bu yaklaşım, son zamanlarda Türkiye’de Nihal Candan gibi figürler etrafında dönen tartışmaları düşündüğümüzde, popüler kültürün hala ırk, sınıf ve temsil konularında ne kadar yol alması gerektiğini hatırlatıyor.