Madleen yola çıktığında, Akdeniz hâlâ masmaviydi. Rüzgârlar sessizdi. Gemi ağır ama kararlıydı.
Yükü sadece un, ilaç, bebek maması değildi. Madleen, insaniyetti. Adaletin son kalan parçasıydı. Dünyanın unuttuğu bir halkın kıyısına varmak için çıktı denize. Ve orada durduruldu.

Gemi durdu, ama zaman durmadı. Gazze’de çocuklar hâlâ aç. Su hâlâ kirli. Yataklar hâlâ hastanesiz.
Ve dünya hâlâ sessiz.
Uluslararası hukuk neden suskun? Birleşmiş Milletler ne zaman buharlaştı?
Cenevre Sözleşmeleri ne zaman arşive kaldırıldı? “İnsani yardım” artık neden “sorun” sayılıyor?
Bu gemi, 1949’dan beri çizilen bütün hukuk haritalarını tek hamlede çöpe atan yeni bir düzenin adı olabilir. Çünkü burada konu asla güvenlik değildi; Madleen’in taşıdığı anlam rahatsız ediciydi.
Gazze’de hastane yoktu, ilaç yoktu, doğumhane yoktu, doğmak yoktu.
Sadece sessiz ölmek vardı.
Ve sessizliği delmek isteyen bu gemiye bile tahammül edilemedi.
Batı başkentlerinde kalemler kırılmıştı. Diplomasi masalarında Filistin halkının adı geçmiyordu. Sadece “denge” konuşuluyordu. Ama dengede bir halkın ölümü varsa,
orada adalet yoktur, insanlık hiç yoktur.
Madleen’in anlamı büyüktür. Çünkü o gemi bir ülkeyi değil, bir ilkeyi temsil eder: İnsani yardım ulaşmalıdır. Yasa, savaşın ortasında bile sivil olanı korumalıdır. Çocuk açken, hukuk susmamalıdır. Ve hiçbir güç, yaşamak isteyen bir halkın yardımına gelen gemiyi durdurmamalıdır.

Bu sadece bir yük gemisi değil; bu, yüzyılın utanç kronolojisini sırtlanan bir vicdan manifestosudur.
▪️ 2003’te, Bağdat’ın çocuk hastanelerine düşen füzelerle susan dünya…
▪️ 2008’de, Gazze semalarında fosfor bombaları patlarken yüzünü çeviren Avrupa…
▪️ 2014’te, Refah Sınır Kapısı önünde ölen bir bebeğe bakıp sessiz kalan Birleşmiş Milletler…
▪️ Ve şimdi 2025’te, Madleen…
Bu bir abluka değilse, nedir? Bu kuşatmayı görmeyen, duymayan, durdurmayan herkes: Siz neredesiniz?
Eğer un taşıyan bir gemi geçemiyorsa, hangi söz geçer? Hangi anlaşma? Hangi demokrasi? Hangi insan hakkı?
Ve daha önemlisi:
Hangi suskunluk, bu yükü kaldırır?