SAHİCİ VE KALICI OLANLA, SAHTE VE GEÇİCİ OLAN ARASINDAKİ FARKI ANLAMAYA BAŞLADIĞINDA GÖRÜYORSUN BÜYÜK RESMİ…
‘Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğumuz an…
O an en önemli vakittir çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir…
En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğinizi bilemez bvvn önemli iş iyilik yapmaktır çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur…’
Yıllar yıllar önce okuduğum ve kendi kendime ‘bu benim muhakkak daima başucu kitaplarımın arasında yer almalı dediğim Tolstoy’un ‘İnsan Ne İle Yaşar’ından bir alıntıyla merhaba…
Şimdilerde çok popüler olan “anda kalmanın” kıymetine bir asırdan fazla bir zaman öncesinden vurgu yapan büyük yazar, bir başka şeyin de altını çiziyor bu paragrafında; iyilik yapmak! Demek ki insanı mutlu edecek, huzura erdirecek en kıymetli şeylerden biri de bu…
Demek ki bu dünyada mutlu ve huzurlu olabilmenin yegane yolu, düşünce mimarlarının, yaşam ustalarının ve insanlığın kadim bilgelerinin tarifleri ve yine bizzat, doğrudan kendi yaşam tecrübelerinle, bu yazıya da başlık attığımız şekilde sahici ve kalıcı olanla, sahte ve geçici olanı birbirinde ayırt edebilmeyi öğrenmek…
Demek ki kendi hakikatinin büyük resmi, ancak bu perspektiften bakıldığında en doğru şekilde görülebiliyor… Demek ki insan, aslında bütün bu muazzam macerada, en başta da kendi gerçeğiyle yüzleşebilmek ve onunla ahenkle seyrüsefer edebilmek için yolculuk ediyor…
Peki o zaman etrafımızı kuşatan bu iletişim bombardımanından bir nebze olsun uzak durmaya gayret ederek ve en azından hayatımızın son demlerinde geriye dönüp baktığımızda koca bir pişmanlıklar manzumesiyle yüzleşmemek için hangi sahici değerler üzerine inşa etmeliyiz yaşamımızı?
Kötü yaşlanmak denilen illetten kendimizi nasıl muhafaza etmeliyiz…
Tolstoy’dan yadigar iyilik yapma arzusunu yazdık bir kere en tepeye…
Bunun elbette önce iyi insan olabilmekten geçtiğini yazmak ihtiyacı bile duymadan üstelik hem de…
Ya sonra…
İşte tam da burada, bir başka ustadan yardım almanın sırası geldi…
Sigmund Freud…
Der ki; “İnsan öz değerini para, şöhret, güç ve övgü gibi sarsılmaya müsait kavramlar üzerinden inşa ederse, mutsuz olmaya mahkumdur…’
Bir kısacık cümlede geçiveren ve fakat bugünkü medeniyetimizin en büyük köşe taşları kabul edilen bütün değerleri elinin tersiyle itiyor insan ruhunun coğrafyasının olağanüstü mimarı…
Maddi değerleri, onların getirdiği imkan ve imtiyazları reddediyor…
Gücü, şöhreti ve tüm bunların bakiyesi olarak etrafında toplanacak olan övgücüler korusunu, insanı mutsuzluğa götürecek, en başta söylediğimiz sahte ve geçici olan şeyler sınıfında tarif ediyor…
Haklı mı?
Sonuna kadar…
Böyle yaşayabilmek imkanlı mı?
Elden geldiğince…
Yani bir küçücük ekonomik krizle elinden gidebilecek paraya, bir yanlış tercihle yok olup gidebilecek şöhrete, bir zemin kaymasıyla ayaklarının altından kayıverecek güce asla kanmayacaksın…
Bunların getirisi o şakşakçıların methiyelerine de sakın ha aldanmayacaksın…
Bakın burada da bir fizikçiden, tarihin gördüğü en büyük dâhilerden birinden bir alıntı yapalım o halde; çünkü tam zamanıdır…
“Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsanız, hayatınızı bir amaca bağlayın, kişilere veya eşyalara değil.”
İşte bakın büyük Einstein da aynı şeye işaret ediyor… İçine parayı, şöhreti, gücü dahil edebileceğiniz her türlü şeyi elinin tersiyle itip, onları sıradan eşya kabul edip, üstü kapalı küçümseyerek, mutluluğun reçetesini amaçlar olarak işaret ediyor… Amaçlarınız olacak… Günlük başarılar, kazançlar ya da kayıplar çok önemli olmayacak… Sahip olduğunuz makamlar, mevkiler karakterinizin temelini teşkil etmeyecek… Şimdi burada duralım, isim verme nezaketsizliğine de tenezzül etmeden şöyle bir hep beraber etrafımıza bakalım…
Şu küçücük ama çok kıymetli reçetelerden bihaber, koca bir ömür geçiren ve fakat hayatlarının son dönemlerinde hala bir türlü istikametini belirleyememiş güç oyunu içinde hapsolmuşlara bakalım… İktidar kimin elindeyse ona yanaşan, kendi çıkarlarını her şeyden üstün tutan ve hayatı bunlardan ibaret sayanların, kusura bakmasınlar ama bakarlarsa da baksınlar, acınacak hallerine uzun uzun bakalım… Dönüp dönüp tekrar bakalım ve bir gün, elbette o yaşlarda olacağımız bir gün etrafımızda insanlar, inançlar, amaçlar biriktirebilenlerden olmak için, şimdi bugünden itibaren canı yürekten çalışmaya başlayalım… Büyük resmi görmek, hakikatle yüzleşmektir… Ve hakikatle yüzleşmek, değişimi kabul etmek demektir… Bu değiştireceğiniz şey, kendiniz olsanız bile…
İzzet Çapa