Buckingham Sarayı’ndaki King’s Gallery ve Victoria & Albert Museum (V&A) Londra’da düzenlenen iki büyük sergi, İngiliz kraliyet tarihinin en göz alıcı ama aynı zamanda en tartışmalı dönemlerinden birine ışık tutuyor. The Edwardians: Age of Elegance ve Cartier: Jewels sergileri, ihtişamın ve gösterişin büyüsünü yansıtırken, dönemin altındaki çatlaklara da işaret ediyor.
The Edwardians: Işıltılı Bir Masal mı, Acı Gerçekler mi?
Sergi, Kral Edward VII‘nin beyaz mermer bir büstüyle açılıyor. İngiltere tahtına uzun bir bekleyişin ardından oturan Edward’ın, dik yakaları ve Windsor düğümü ile özdeşleşen zarif stili serginin ruhunu belirliyor. Ancak sergi, yalnızca bir kraliyet modası gösterisi değil; aynı zamanda, küresel seyahatler, ilk anti-ırkçılık adımları ve savaş öncesi diplomatik çabalarla dolu bir dönemi de resmediyor.
Laurits Tuxen, John Singer Sargent gibi sanatçıların tablolarında, Edward dönemi kraliyet portreciliğinin zorlukları görülüyor: Gerçeği mi yansıtmalı, yoksa yüceltilmiş bir imaj mı yaratmalı? Sargent’in, Connaught Düşesi Louise Margaret’i resmettiği tablo, bu gerilimi en açık biçimde ortaya koyuyor: Asil ama mesafeli bir zarafet.
Fotoğrafın yükselişi de bu döneme damga vuruyor. Nadar‘ın çektiği, Edward’ın yorgun bakışlarıyla poz verdiği fotoğraflar, prensi insanileştiriyor. Sergide ayrıca, Edward’ın köpeği Caesar’ın, kralın cenazesinde tabutu takip eden dokunaklı fotoğrafı da yer alıyor.
Ancak tüm bu parıltının arkasında gerçekler bastırılıyor: Edward’ın çalkantılı özel hayatı, Victoria ile yaşadığı gerilimler ve toplumdaki eşitsizlikler serginin dışında bırakılmış. Sergi, adeta bir edwardyen vitrin gibi; şık ama derin çatlaklarla dolu.
Cartier Sergisi: Şatafatın ve Işıltının Sınırlarında
V&A’deki Cartier sergisi ise adeta bir başka evrene davet ediyor. Krallar, maharajalar, Hollywood yıldızları ve bankerlerin sahip olduğu mücevherlerle dolu bu sergi, estetik bir rüya sunuyor. Ancak bir yandan da, göz alıcı zenginlik ile vicdani rahatsızlık arasındaki o ince çizgiyi hissettiriyor.
Cartier’nin tasarımları, eski Mısır’dan Japon sanatına kadar geniş bir kültürel esin havuzundan besleniyor. Art deco etkilerle şekillenen yüzükler, titrek elmaslar ve zarif tiaralar, koleksiyonun zarafetle yoğrulduğu dönemin izlerini taşıyor. Ancak özellikle modern dönemde üretilen abartılı tasarımlar, geçmişin o hafif ve zarif ruhunu neredeyse unutturacak kadar ağır ve gösterişli hale gelmiş.
Bir zümrüdün kredi kartı büyüklüğünde sergilenmesi, ya da devasa taşların hayvan gözleri olarak kullanılması, mücevher sanatının incelikten uzaklaşıp aşırıya kaçtığı bir başka dönemin habercisi.
Sergilerin Ortak Noktası: Işıltı ve İsyan
Her iki sergi de muhteşem tasarımlar ve büyük tarih anlatımları sunarken, izleyiciye şunu hatırlatıyor: İhtişamın altında yatan çatışmalar, sadece geçmişin değil bugünün de soruları. Victoria döneminin bastırılmış öfkesi ve Edward dönemi ihtişamının ardından gelen Birinci Dünya Savaşı gibi, bugün de lüksün ve gösterişin ardında derin eşitsizlikler saklanıyor.
Cartier ve The Edwardians sergileri, yalnızca gözleri kamaştırmak için değil; aynı zamanda tarihin gösterişli yüzü ardındaki kırılganlığı hissettirmek için izlenmeli.