Amerikalı yazar Maggie Nelson, eserlerinde sıkça yer verdiği ve melankolik şair Sylvia Plath ile günümüzün pop ikonu Taylor Swift’i ortak bir zeminde buluşturan çarpıcı analizini ortaya koydu. Nelson, hem koyu bir Swiftie olduğunu itiraf ediyor hem de Swift’in diskografisine hakim bir hayran olarak bu sevgiyi edebi bir merceğe taşıyor. Dolayısıyla, yazarın bu iki kültürel devi birleştiren The Slicks adlı deneme kitabı, kadınlar ve hırs kavramının ataerkil kültürde nasıl cezalandırıldığına odaklanıyor.
Sylvia Plath ve Taylor Swift Arasındaki Derin Bağ
Maggie Nelson’ın, görünüşte birbirinden oldukça uzak olan bu iki sanatçıyı birleştirme fikri, Swift’in 2024 tarihli albümü The Tortured Poets Department‘ı dinlerken doğdu. Albümün F Scott Fitzgerald ve Dylan Thomas gibi edebiyat referanslarının yanı sıra, Nelson, Swift‘in iç gözlemi ve duygusal çalkantısında Plath’ın yankılarını fark etti. Ancak, kitabı yazma kararı, 13 yaşındaki bir çocuğun ona “Sylvia Plath’ı hiç duydun mu?” diye sormasıyla netleşti. Nelson, bu anı bir aydınlanma olarak görerek, Plath üzerine lisans tezi yazmış biri olarak biriktirdiği tüm düşünceleri The Slicks adlı genişletilmiş denemeye dönüştürdü.
Nelson, Swift’i sadece bir söz yazarı olarak değil, aynı zamanda bir şair olarak da savunuyor. Aynı şekilde, Plath’ın “kan fışkırması şiirdir, onu durdurmak yoktur” sözüne atıfta bulunarak, Swift‘in de içinden durmaksızın akan bir şarkı yazma yeteneğine sahip olduğunu belirtiyor. Nitekim, The Argonauts ve Bluets gibi eserleriyle kendi özgün kurgu dışı sanatını yaratan Nelson, Swift‘in yaratıcılığının ve gücünün genç nesil için bir rol model oluşturduğunu düşünüyor. Bu durum, özellikle kız çocuklarına, yaptıkları işten gurur duyma ve ün sahibi olma modelini sunuyor.
Kadın Ambisyonunun Cezalandırılması ve Kamala Harris Tartışması
The Slicks kitabının temelini, ün ve bu ünle kadınların ilişkisi oluşturuyor. Plath‘ın stratejik bir hırsla ünü istemesi ancak ölümünden sonra ona kavuşması ile Swift‘in göz kamaştırıcı bollukta üne sahip olması, Nelson’ın ana inceleme konuları. Ancak, Nelson’ın eleştirel oku, adı anılmayan üçüncü bir hırslı kadına, yani ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris‘e yöneliyor. Yazar, kitabı ABD başkanlık seçimlerine kadar yazarken, Harris‘in siyasi hırsını açıkça dile getirmekte neden örtülü bir yol izlediğini sorguluyor.
Nelson, birçok kişinin Harris hakkında “Ben bunu istiyorum” demediği için eleştirildiğini, fakat bu durumun aslında ataerkil bir problemden kaçınmanın yolu olduğunu düşünüyor. Bazı yorumlara göre, eğer Harris hırsını açıkça dile getirseydi, sırf bu yüzden nefretle karşılaşabilirdi. Dolayısıyla, kitap, açıkça dile getirilen kadın hırsının ve ifadesinin cezalandırılmayı hak ettiği yönündeki köklü kültürel inanca karşı bir ok fırlatıyor. Nelson’a göre, Swift’in cüretkar bir şekilde istemesi ve bunu elde etmesi, bu ataerkil baskıya karşı bir duruş sergiliyor.
Kişisel Sanat ve Etik Sınırlar
Nelson, Swift‘in üretkenliğini ve profilini eski Yunan’dan Freud’un kadın “histerik” teorilerine kadar geniş bir yelpazede analiz ediyor. Bu tarihsel süreç, kadınların kişisel yaşamlarını sanat için kullanmalarının onları ucuzlaştırdığı yönündeki ataerkil varsayımla destekleniyor. Nelson, Plath ve Swift’in yaptığı gibi, bir şeyi istemek ve o isteği adlandırmanın, kadınlar için hala genel olarak cezalandırıcı bir alan olduğunu vurguluyor.
Benzer şekilde, Nelson‘ın kendi samimi, sınırları bulanıklaştıran kurgu dışı eserleri de benzer yargılarla karşılaşıyor. Yazar, otobiyografi alanında kadınların farklı bir deneyim yaşadığını belirtiyor: “Bizler çocuklarımız, ebeveynlerimiz ve tanıdıklarımız için bir nevi etik bekçiler olarak kabul ediliyoruz. Sanat uğruna ifşaat yapma fikri, kadınların başka herkesi düşünmeden böyle bir özgürlüğü almaması gerektiği inancıyla daha ahlaki bir yüke sahip oluyor.”
Nelson’ın Diğer Eserleri ve Ana Akım Kültüre Yaklaşımı
The Slicks‘in yanı sıra bu yıl yayımlanan diğer bir kitabı Pathemata: Or, the Story of My Mouth (Yunanca “acı çekmek” anlamına geliyor), Nelson’ın kronik ve açıklanamayan çene ağrısı üzerinden sağlık sisteminin aksaklıklarını inceliyor. Bu eser, yazarın karantina döneminde yaratıcılığının ezildiğini hissettiği bir süreçte, yayınlamayacağını düşünerek yazdığı bir oyunbaz sapma olarak ortaya çıktı. Nelson, bu kitabı yazarken, Plath‘ın “bütün çevreleri yakıp atma” ve en özlü biçime inme arzusunu hedeflediğini belirtiyor.
Nelson, kendisinin geldiği daha queer ve punk dünyanın aksine, Swift gibi ana akım bir figürün cazibesini de bu bağlamda açıklıyor: “Sevincin bir parçası, ait olduğum bu kültüre dahil olmakta ısrar etmektir.” Bununla birlikte, Trump dönemi siyasetinin ortasında Super Bowl gibi popüler Amerikan kültürünün kalbinde yer almanın ve kendisinin bir parçası olduğu trans kimliği tartışmalarıyla yaşamanın getirdiği uyumsuzluğa dikkat çekiyor. Nelson, özgürlüğe çok önem verdiğini ve bu özgürlüğü ellerinden almaya çalışan insanlar tarafından ders almayacağını vurguluyor. Sonuç olarak, Taylor Swift‘in müziğiyle yaydığı neşe, bu siyasi ve kültürel karanlığı savuşturmak için Nelson’ın benimsediği bir ışık haline geliyor.
