The Guardian yazarı Nesrine Malik, dünyanın içinden geçtiği kırılgan jeopolitik dönüşüme sert bir pencere açıyor: Post-Amerikan dönem artık bir tahayyül değil, yaşadığımız gerçekliktir. Malik’in ifadesiyle ABD, onlarca yıl boyunca hem “uluslararası hukuku ihlal eden” hem de aynı sistemi ayakta tutmakla görevli tek otorite olarak kabul edildi. Bu çelişki artık sürdürülemez hale geldi.
ABD’nin ahlaki üstünlük kisvesiyle dünyaya müdahale etme iddiası, bugün kendi içinde çöküyor. Çünkü bu sistemin altında yatan çıkar odaklı pragmatizm, Trump gibi figürlerle artık saklanamaz durumda. Üstelik bu çöküş yalnızca içeriden değil, dışarıdan da açıkça izleniyor.
Washington’un Güç Krizi: Sistem Çöküyor
Malik’in dikkat çektiği gibi, mesele yalnızca Trump değil. Mesele, ABD’nin kurumsal dokusunun çürümeye başlamış olmasıdır. Bir başkan, borsadaki çöküşü “beraberindeki iş adamlarının kâr ettiği an” olarak anlatabiliyorsa, bu yalnızca siyasi değil, sistemik bir skandaldır.
Hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, kurumsal denetim gibi kavramlar artık boş söylemler haline geldi. ABD’nin içerideki bu zayıflığı, dışarıda kurduğu ekonomik ve askeri düzene de güven bırakmıyor. Doların sarsılan itibarı, ABD menşeli yardım programlarına yönelik güvensizlik ve NATO içinde yaşanan çatlaklar bunun en açık göstergesidir.
Kaçılacak Yer Olarak ABD Artık Yok
Eskiden, dünyanın dört bir yanında yaşayanlar için ABD sadece bir güç merkezi değil, aynı zamanda sığınacak güvenli bir liman olarak görülürdü. Baskıcı rejimlerden kaçanlar için “ABD’ye gitmek” bir çıkış yoluydu. Ancak artık bu imaj da çökmüş durumda.
Green Card sahibi insanların sınırdan çevrilmesi, ziyaretçilerin vize kontrolleriyle geri gönderilmesi, ABD’yi bir distopyaya dönüştürüyor. Malik’in çok isabetli tanımıyla: “Artık ABD’nin içinde bile, ABD’den korunma güvencesi yok.”
Kültürel Güç Efsanesi De Sarsılıyor
“Özgürlük Heykeli”, “American Dream”, “Yes We Can” gibi kavramlar bir zamanlar dünya genelinde umut ve özgürlük çağrışımı yaratıyordu. Ancak bugün bu sembollerin içi boşaldı. Artık kimse “ABD’nin ahlaki pusulası” olduğuna inanmıyor. Çünkü bu pusula çoktandır bozulmuş durumda.
Amerikan kültürel hegemonyası, Netflix’ten Hollywood’a kadar uzansa da, bugün karşısında daha dirençli bir küresel izleyici var. Kültürün gücü artık Washington’u aklamaya yetmiyor.
Ya Yeni Düzen Ya Da Kaos
Malik’in en çarpıcı tespiti şu: “Kötü de olsa bir merkezin varlığı, tamamen dağılmış bir dünyadan daha az korkutucudur.” Bu cümle sadece bir tespit değil, bir uyarıdır. Çünkü ABD’nin çekildiği bir dünyada kimin hangi düzene göre hareket edeceği, hangi krizlerin patlak vereceği bilinmiyor.
Ancak bu korku, yeni bir küresel düzen arayışının önüne geçmemeli. Artık mesele şu: ABD merkezli tek kutuplu bir dünyaya mecbur muyuz, yoksa daha eşitlikçi, çok merkezli bir düzen inşa edebilir miyiz? Malik, bu soruyu kaçınılmaz bir zihinsel ve politik devrim çağrısıyla yanıtlıyor: “Artık ABD olmadan düşünmeyi öğrenmeliyiz.”
Bu Bir Son Değil, Belki De Başlangıçtır
ABD’nin çözülüşü birçok ülke için travmatik olabilir ama aynı zamanda bağımsızlık fırsatıdır. Malik’in deyimiyle, gerçek kurtuluş günleri ABD’nin değil, onun gölgesinde kalmış ulusların olabilir. Artık dünyayı Amerika’nın kararlarından ibaret sanmak bir lüks değil, bir gaflet halini aldı.
Yeni bir dünya düzeni kurulacaksa, bu düzenin temelinde artık tek bir süper gücün “ahlaki vizyonu” değil, çok merkezli, daha adil ve hesap verebilir bir yapı yer almalı. Malik’in yazısı, bu yeni dünyanın fikri temel taşlarından biridir.
Sözün Özü
Malik’in önerdiği şey, paniğe kapılmak değil; yeni bir küresel düzeni tartışmak. Çünkü sorun Trump değil, çok daha derin: Dünya, ABD’nin kararlarına fazlasıyla bağımlı hale gelmişti.
Bu bağımlılıktan kurtulmak sancılı olacak. Ama belki de ilk kez, başka bir dünya mümkün.