James Cameron, mavi tenli savaşçılarla dolu evrenine üçüncü kez dönüyor. Avatar: Fire and Ash, sinema tarihinin en görkemli 3D yapımlarından biri olmaya hazırlanırken, izleyicileri bu kez volkanik ve karanlık bir Pandora’ya sürüklüyor. Ancak filmin görsel ihtişamının ardında, insanlıkla yerli halk arasındaki kadim çatışmalar, kültürel çatlaklar ve yeni bir kabile olan Ash People’ın öfkesi saklı.
Pandora Artık Kül Gibi: Göz Alıcı Ama Tehlikeli
İlk filmde doğaya zarar verme, ikinci filmde ise okyanus yaşamına saygı temaları işlenirken; üçüncü film ateş, küller ve öfke etrafında dönüyor. Cameron bu kez, Pandora’nın lavlarla kaplı kötü topraklarına götürüyor bizi. Burada tanıştığımız Ash People, yani Kül Halkı, her açıdan diğer Na’vi topluluklarından farklı. Dumanlar arasında bağıran banshee’lere binen, yüzleri is ve savaş boyalarıyla kaplı bu kabile, barışçıl diplomasiye pek sıcak bakmıyor.
Kül Halkı ve Eski Düşmanın Beklenmedik Ortaklığı
Filmin en şaşırtıcı detaylarından biri ise, ölmüş olmasına rağmen yeniden sahnede yer alan Albay Miles Quaritch’in Ash People ile benzer savaş makyajı taşıması. Bu durum, insanlığın bir kez daha yerli halklar arasındaki çatışmaları körüklediği bir planın parçası mı? Yoksa Ash People, kendi çıkarları doğrultusunda insanlarla işbirliği yapan bir hizip mi? Bu sorular, hikâyenin derinlerine doğru yol alırken daha da karmaşık hale geliyor.
Yeni Bir Lider: Varang’ın Tehditkâr Mesajı
Yeni kabile lideri Varang (Oona Chaplin tarafından canlandırılıyor), Pandora mitolojisinin sarsılacağının ilk sinyalini veriyor. Varang’ın genç Kiri’ye, “Tanrın burada hüküm süremez,” demesi, Eywa inancının Pandora’daki bazı bölgelerde artık geçerliliğini yitirdiğini ima ediyor. Bu, hem dini hem de politik anlamda Na’vi evrenini temelinden sarsabilecek bir söylem.
Sully Ailesinde Gerilim Artıyor
Jake Sully ve Neytiri çifti, bu filmde yalnızca dış tehditlerle değil, aynı zamanda kendi iç çatışmalarıyla da mücadele ediyor. Jake’in Neytiri’ye “Her şeyi bağırarak ve oklarla çözemeyiz,” demesi, izleyicinin alışkın olduğu kahraman tavrının yerini daha içsel ve düşünsel bir çatışmaya bıraktığını gösteriyor. Aile dinamiklerinin ön planda olması, filmi sadece bir aksiyon şöleni olmaktan çıkarıp dramatik derinliğe kavuşturuyor.
Pandora’nın Turizm Potansiyeliyle Alay Eden Alt Metinler
Filmin ironik eleştirilerinden biri de Pandora’nın “ekolojik cennet” olma potansiyeline dair. Cameron, filmde yer yer, “Keşke herkes huzurlu yaşasa da burası parlayan bir meditasyon cennetine dönüşse,” hissini aşılayarak, ekoturizm, küresel zenginlik, manevi arayış gibi temaları da hicvediyor. Özellikle milyarderlerin uzay yolculuklarına yaptığı göndermeler ve Pandora’yı “ruhsal tatil köyüne” çevirecek potansiyel tehditler, filmi sadece bilimkurgu değil, kültürel taşlama haline de getiriyor.
Beyaz Lotus: Pandora Versiyonu?
Cameron’ın bir sonraki filminde, Pandora’ya inen beyaz şapkalı milyarder yogilerin kutsal ağaçları yanlışlıkla yok etmesi ihtimali, izleyicide hem kahkaha hem endişe yaratıyor. “White Lotus: Pandora” adlı bir dizinin fragmanına benzer bu anlatı, Batı’nın yerli kültürlere olan ilgisinin yüzeysel ve tehlikeli yönlerine güçlü bir eleştiri niteliği taşıyor.
Göz Alıcı, Yoğun, Tartışmalı
Avatar: Fire and Ash, görsel olarak yine nefes kesici. Eğer ilk iki filmi sevdiyseniz, bu yapım da sizi büyüleyecek. Ancak Pandora’nın gözyaşlarını tekrar tekrar görmekten sıkıldıysanız, üç saatlik bu dev anlatı size fazla gelebilir. James Cameron, bir kez daha teknik mükemmeliyetin içine politik hiciv, yerli kimlikler ve kolonyal eleştiri sığdırmayı başarıyor.