Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından tam 15 yıl sonra, naaşının Anıtkabir’e nakledilmeden hemen önce tabutunu açan ve yüzünü gören son kişi, Türkiye’nin ilk kadın profesörlerinden ve patologlarından Kâmile Şevki Mutlu’ydu. Kâmile Hanım’ın hikayesi, genç Cumhuriyet’in kız çocuklarına açtığı eğitim ve bilim yolunun en çarpıcı ve duygusal kanıtlarından biridir.

Cumhuriyet’in Kıvılcımı: Tıpta İlk Kadın Öncüler
1920’li yıllarda bir kadının tıp fakültesine adım atması, sadece bireysel bir başarı değil, bütün bir ulusun alkışını toplayan sıra dışı bir adımdı. Türkiye’nin ilk kadın profesörü ve patoloğu olmanın anlamını, dönemin genç kuşaklarının bütünüyle kavraması zor olsa da, bu unvan, yalnızca bir mesleği değil, bir devrin öncülüğünün sembolüydü.
1922 yılında Haydarpaşa Tıp Fakültesi’ne ilk kez on kız öğrencinin kaydı yapıldı. Kâmile Şevki Mutlu da bu onurlu yolda yürüyen ilklerdendi. O yıllarda, kız öğrencilerin kadavralarla nasıl başa çıkacaklarını merakla bekleyen ve bu durumu tartışma konusu yapan çevreler vardı. Ancak, Kâmile Hanım‘ın da anlattığı gibi, “kız öğrencilerin Atatürk devrimlerine duydukları inançtan doğan kararlı davranışları herkesi kısa sürede hizaya getirmişti.”
Şevki Metodu ve Atatürk’ün “Gür Alev” Vasiyeti

Kâmile Şevki Mutlu, 1924’te İstanbul Darülfünun Tıp Fakültesi’ne başladıktan sonra patoloji uzmanlık eğitimi aldı. Henüz asistanlığının ilk yılında, 1931’de 4. Milli Türk Tıp Kongresi’nde, Cumhurbaşkanı Atatürk ve Başbakan İnönü’nün de katıldığı bir salonda ilk bilimsel çalışmasını sundu.
Bu sunumdan sadece iki yıl sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yürütülen yurt dışına bilim insanı gönderme programı kapsamında, resmi devlet bursu ile 1933-35 yıllarında Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Enstitüsü’ne ileri eğitim almak üzere gönderildi. Kâmile Hanım, Berlin’deki eğitimi sırasında böbreküstü bezi hücrelerindeki kromaffin granüllerini ortaya çıkaran yeni bir teknik geliştirdi. Literatüre Şevki Metodu olarak geçen bu yöntem, onun Atatürk’ün “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, gür alevler halinde dönmelisiniz” sözünün canlı bir kanıtı haline geldiğini gösteriyordu.
Fakat, Kâmile Hanım ülkesine bir gür alev olarak döndüğünde, kendisini bekleyen tarihi görevi o an bilmiyordu. Atatürk’ün ölümünden 15 yıl sonra, Ata ve eseri olan ilk kadın patolog karşı karşıya gelecekti.
Tarihi An: Tabutun Açılışı ve Tahnit İşleminin Onayı
Atatürk, 10 Kasım 1938 sabahı Dolmabahçe Sarayı’nda vefat ettiğinde, naaşın uzun süre bozulmadan korunması için tahnit işlemlerine başlanmıştı. Tahnit, naaşın törenler ve defin işleminin gecikmesi gibi durumlar için tıbbi bir koruma (embalming) yöntemidir. Anıtkabir tamamlanana kadar naaşın 15 yıl boyunca Ankara Etnografya Müzesi’ndeki geçici lahitte muhafaza edilmesi gerektiği için bu işlem hayati önem taşıyordu.

15 yıllık sürenin sonunda, Geleneklere uygun olarak Anıtkabir’e nakledilmeden önce tahnit işleminin başarılı olup olmadığının anlaşılması için resmi bir rapor düzenlenmesi gerekiyordu. İşte tam bu noktada, Türkiye’nin ilk kadın patoloğu olan Kâmile Şevki Mutlu çağrıldı. Kâmile Hanım, o tarihi günü 14 Mart 1964’te yayımlanan Tıp Dergisi’nde detaylarıyla anlattı.
“Ata ve Eseri, Bir An Birbirimize Bakıştık Sanki”
9 Kasım 1953 Pazartesi günü Etnografya Müzesi’nde gerçekleşen bu tarihi an, büyük bir gerilim ve saygıyla doluydu. Kâmile Hanım, gül ağacından yapılmış tabutun kapağının açılmasını istediğinde hissettiklerini şöyle aktarıyordu: “Titriyorum. Eşim bütün kuvvetiyle tutmasa yere yuvarlanacağım.” Vidalar söküldü, kurşun tabutun lehimli kapağı açıldı. Talaş tozunun ıslak olması ve tahnit solüsyonunun kokusunun alınması, Kâmile Hanım’a rahat bir nefes aldırdı; çünkü bu, naaşın başarılı bir şekilde korunduğu anlamına geliyordu. Yıllardır kulaklarına gelen “tahnit iyi yapılmamış, tabut patlamış” dedikoduları, böylece bir patolog olarak kanıtla çürütülmüştü.
Islak pamuk kütlesi kaldırıldığında, Kâmile Hanım, Atatürk‘ün “mü-heykel yüzü” ile karşılaştı. O anı, derin bir sükunetle anlatıyordu: “Ata ve eseri, bir an birbirimize bakıştık sanki.” Yüzünü görmek isteyen komite üyelerinin dahi bir an tereddüt ettiğini aktaran Kâmile Hanım, Abdülhalik Renda’nın tabutun yanına yıkılışını unutamadığını söyledi.
Kâmile Şevki Mutlu, o gün sadece teknik bir rapor düzenleyen bir patolog değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in başarısının en sessiz ama en derin yankısına tanıklık eden bir figürdü. Atatürk’ün yurt dışına gönderdiği bir kıvılcım, yıllar sonra gür bir alev olarak geri dönmüş ve kurucusunun ölümsüzlüğüne tanıklık etmişti.
