Yönetmen Guillermo del Toro, Mary Shelley’nin 1818 tarihli klasiği Frankenstein romanını adeta İncil‘i olarak gördüğünü her fırsatta dile getiriyor. Nihayet, Netflix’te yayınlanan film uyarlamasıyla Oscar Isaac‘in canlandırdığı Victor Frankenstein ve Jacob Elordi‘nin hayat verdiği Yaratık karakterleriyle bu vizyonunu hayata geçirdi. Ancak, del Toro, filmde Elizabeth karakterini yeniden yaratmak, Victor‘a yeni bir geçmiş vermek ve bazı karakterleri elemek gibi özgün değişiklikler yaptı. Dolayısıyla, filmin romanın özüne ne kadar sadık kaldığı büyük bir merak konusu oldu. Kaliforniya Üniversitesi’nden İngiliz Romantik dönemi uzmanı Prof. Dr. Julie Carlson, bu konudaki yakıcı soruları yanıtladı.
Filmin İlk İzlenimleri: Yapı ve Dil Sadakati
Prof. Dr. Julie Carlson, filmi ilk izlediğinde beğendiğini ve ciddi sanatçıların ciddi bir esere saygıyla yaklaştığını görmekten memnuniyet duyduğunu belirtti. Carlson’a göre, del Toro’nun uyarlaması, diğerlerinden farklı olarak Mary Shelley’nin dehasına ve kitaba duyulan gerçek bir aşkı hissettiriyor. Özellikle, film, romanın çerçeve anlatı yapısına ve hem Victor hem de Yaratık’ın kendi hikayelerini anlatma biçimine daha sadık kalmış. Ayrıca, Yaratık karakterinin zaman zaman lirik (her ne kadar kitap kadar olmasa da) bir dil kullanması ve felsefi söylemler yapmasıyla roman dilinin bir kısmını başarılı bir şekilde yakalamış.
Hubris Yerine Utanç: Victor’ın Yeni Travmatik Geçmişi
Del Toro, Victor Frankenstein‘ın geçmişine önemli eklemeler yaparak, babanın onu istismar eden bir hekim olması ve annesinin doğumda ölmesine izin vererek deney yapması gibi detaylar ekledi. Prof. Carlson, bu değişimin, hikayenin temalarını nasıl etkilediğini şöyle açıklıyor: Bu kayma, hikayeyi kibir (hubris) teması yerine daha çok utanç temasına kaydırmış. Babası tarafından derslerini öğrenemediği için dövülen Victor’ın, daha sonra Yaratık‘ı da yeterince hızlı öğrenemediği için dövmesi, bu utanç döngüsünün ilginç bir yansıması. Carlson, filmin bilgi ve güç üzerine kurulu Faustvari temalardan ziyade, utanç ve babasının itibarını aşamama gibi konulara odaklandığını düşünüyor.
Elizabeth Karakterinin Evrimi: Bağımsızlık ve Empati
Del Toro’nun en büyük özgürlük aldığı karakterlerden biri Elizabeth. Kitapta Victor’la nişanlı ve pasifken, filmde Victor’ın küçük kardeşi William ile nişanlı, daha bağımsız ve bir entomolog (böcek bilimci). Carlson, bu değişimin günümüz uyarlamalarında kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Kitaptaki Elizabeth’in pasifliğine kıyasla, filmdeki Elizabeth çok daha bağımsız ve bilimle ilgilenen bir karakter. Carlson, Victor‘un Elizabeth‘i “bir böcek kadar oyuncu” diye tarif ettiği satırın, filmde Elizabeth’in entomolog olmasıyla ilginç bir şekilde hayat bulduğunu belirtiyor. Ayrıca, filmdeki Elizabeth, Victor‘ın sanrısal ve kendini kandırma eğilimlerini açıkça dile getirerek onun yalanlarını ortaya çıkarıyor.
Filmin en tartışmalı noktalarından biri de Elizabeth ile Yaratık arasındaki ilişki. Kitapta intikam amacıyla Yaratık, Elizabeth‘i Victor‘ın düğün gecesi öldürürken, filmde defalarca etkileşime giriyorlar, Elizabeth ona empati gösteren tek kişi oluyor ve sonunda onu korumak için ölüyor. Carlson, bu ilişkinin romantik olup olmadığını düşündüğünde, Elizabeth’in Yaratık’la kendisinin de “tuhaf” olduğu için alt konumdaki bir figür olarak sempathi kurduğu fikrinin daha ağır bastığını belirtiyor. Ancak, ölürken “Aşk kısadır; onu seninle bulduğum için mutluyum” demesi, bu ilişkinin sınırlarını zorladığını gösteriyor. Carlson, Mary Shelley‘nin kitabındaki kadınların (anne, Elizabeth, Justine) ataerkilliğe kurban edilmesini del Toro‘nun daha hafif işlediğini düşünüyor.
Toplumsal Eleştiri Yerine Yapısal Eleştiri
Carlson, Shelley’nin romanındaki kadınlara yönelik şiddet ve ezilenlere yönelik adaletsiz muamele gibi güçlü sosyal eleştirinin filmde bir miktar hafifletildiğini düşünüyor. Del Toro’nun filmi, sosyal eleştiriden ziyade, daha çok savaş, militarizm ve kapitalizm gibi yapısal eleştirilere odaklanıyor. Kitapta, Yaratık‘a duyulan sempati, sadece görünüşü yüzünden insanların onu dışlamasıyla ilgilidir. Ancak, filmde Victor‘un Yaratık‘ı anında terk etmemesi (bir süre ebeveynlik yapması), Shelley‘nin ebeveynlik sorumluluğu ve evlatlara olan borçlar hakkındaki düşüncelerine değinse de, ezilenlerin toplumsal eleştirisi geri planda kalmış.
Carlson, del Toro’nun Yaratık‘ı insanileştirmesini ve yüz yüze iletişime daha fazla yer vermesini beğendiğini, ancak filmin sorumluluk gibi bazı temel soruları atladığını düşünüyor. Yaratık’ın kitapta olduğu gibi korkulacak bir figür olması gerektiğini, çünkü Shelley’ye göre dünyaya kontrolsüz bırakılan her şeyin korkutucu olduğunu belirtti. Sonuç olarak, del Toro’nun Frankenstein‘ı, Shelley’nin çok katmanlı metnine yakın duran, gotik bir filmdir. Carlson, filmin sadece kitaba değil, Mary Shelley‘ye ve onun ait olduğu gruba (Percy Shelley, Lord Byron) da saygı duruşunda bulunduğunu ifade etti.
