Hayaletler, sadist süperbilgisayarlar, lanetli evler, bastırılmış arzular ve insanın kendine duyduğu dehşet… Dünyanın önde gelen korku yazarları — Mariana Enríquez, Paul Tremblay, Daisy Johnson, Catriona Ward, Stephen Graham Jones ve diğerleri — hayatlarında okudukları en ürkütücü hikâyeleri paylaştı.
- Andrew Michael Hurley: “The Summer People” – Shirley Jackson
- Mariana Enríquez: “Ringing the Changes” – Robert Aickman
- Catriona Ward: “Zombie” – Joyce Carol Oates
- Daisy Johnson: “White Is for Witching” – Helen Oyeyemi
- Ned Beauman: “Incarnations of Burned Children” – David Foster Wallace
- Stephen Graham Jones: “The Girl Next Door” – Jack Ketchum
- Hollie Starling: “I Have No Mouth, and I Must Scream” – Harlan Ellison
- Eric LaRocca: “The Auctioneer” – Joan Samson
- Intan Paramaditha: Endonezya’nın Kanlı Efsanesi
- Paul Tremblay: “Tiptoe” – Laird Barron
- CJ Tudor: “Doctor Sleep” – Stephen King
- Alma Katsu: “The Road” – Cormac McCarthy
Andrew Michael Hurley: “The Summer People” – Shirley Jackson
Hurley, Jackson’ın klasikleşmiş kısa hikâyesi The Summer People’ı yıllar önce okumuş ama hâlâ unutamamış. New Yorklu Allisons çifti, her yıl kiraladıkları göl evinde bu kez tatillerini uzatmaya karar verir. Ancak kasaba halkı huzursuzdur. Kış yaklaşırken onları kerosen satıcısı reddeder, market siparişleri gelmez ve arabaları bozulur. “Radyonun pili bitince, iki yaşlı insan karanlıkta birbirine sarılıp bekler.” Hurley’e göre asıl dehşet, hiç açıklanmayan şeylerde gizlidir.
Mariana Enríquez: “Ringing the Changes” – Robert Aickman
Arjantinli yazar Enríquez için en korkunç hikâye, Aickman’ın Ringing the Changes adlı eseri. Deniz kenarındaki küçük bir kasabaya tatile giden çift, gece boyunca durmadan çalan çanların gizemini araştırır. Denize ulaşamazlar; tuz, çürük balık ve çan sesleri arasında deniz bir hayalete dönüşür. Enríquez bu hikâyeyi “evlilik, arzu, çürüme ve ölüm üzerine bir kabus” olarak tanımlıyor. “Her gece sahile indiğimde hâlâ bu hikâyeyi hatırlıyorum,” diyor.
Catriona Ward: “Zombie” – Joyce Carol Oates
Ward, Zombie’yi Fransa’da güneşin altında okurken bile “soğuk terler döktüğünü” söylüyor. Jeffrey Dahmer’dan esinlenen seri katil Quentin P’nin zihnine giren roman, okuru kelimenin tam anlamıyla yutuyor. “Onun dünyasında sıkışıp kalmak, yabancı bir gezegende nefes almak gibi,” diyor Ward. Zombie onun için “okunmak değil, bedensel olarak yaşanmak” anlamına geliyor.
Daisy Johnson: “White Is for Witching” – Helen Oyeyemi
Johnson, çocukluk kabuslarıyla bağ kurduğu bu romanı “evin de bir karakter olduğu” gotik bir peri masalı olarak görüyor. Dover kayalıklarındaki ev, gıcırdayan duvarlar ve tebeşir yiyen bir kız… Johnson’a göre bu hikâye “evin, tıpkı beden gibi travmayı sakladığı” fikrinin en güzel yansıması.
Ned Beauman: “Incarnations of Burned Children” – David Foster Wallace
Beauman’ın seçimi klasik korku değil; bir bebeğin yanlışlıkla haşlanmasını anlatan Wallace öyküsü. “Okuduğum hiçbir şey bu kadar içimi yakmadı,” diyor. Ona göre bu hikâye, insanın bir anlık dikkatsizliğinin geri dönüşsüz sonuçlarını anlatıyor. “Korku sadece hayaletlerde değil, rastlantıda da yaşar.”
Stephen Graham Jones: “The Girl Next Door” – Jack Ketchum
Jones için en korkunç canavarlar insanlar. 1950’lerde geçen The Girl Next Door, banliyöde çocukların komşu evde işlenen işkenceye tanık olduğu bir roman. “Bu kitap bitince artık aynı insan olmuyorsun,” diyor yazar. “Okuyucudan hoşlanması değil, yüzleşmesi bekleniyor.”
Hollie Starling: “I Have No Mouth, and I Must Scream” – Harlan Ellison
Ellison’ın öyküsünde insanlık yok edilmiştir; yalnızca beş kişi, her şeyi bilen sadist bir süperbilgisayar tarafından işkenceyle yaşatılır. Starling bu hikâyeyi tren istasyonunda okumuş: “Kokusunu, tiksintisini, nihilizmini unutmam mümkün değil.” Ona göre Ellison’ın bir oturuşta yazdığı bu “sentetik cehennem” hikâyesi, insanın teknolojiye teslimiyetinin kehaneti.
Eric LaRocca: “The Auctioneer” – Joan Samson
LaRocca, Samson’ın tek romanını “küçük kasaba cehennemi” olarak tanımlıyor. Karizmatik bir yabancı, bir kasabaya gelip insanları “bağış” adı altında eşyalarını vermeye ikna eder. Fakat bu bağışlar giderek gönüllü bir teslimiyete dönüşür. “Korkutucu çünkü tamamen mümkün,” diyor yazar.
Intan Paramaditha: Endonezya’nın Kanlı Efsanesi
Paramaditha çocukken duyduğu bir şehir efsanesini anlatıyor: pedini yıkamadan atan kızın peşine gelen hayalet. Uzun siyah saçlı, yüzü bembeyaz, dudakları kan kırmızısı bir kadın — elinde kirli ped. Bu korku, onun için “kadın bedeninin utançla disipline edilmesi”nin bir alegorisi olmuş. Paramaditha, Blood adlı hikâyesinde bu miti yeniden yazarak, “kadınların korkudan güce geçişini” anlatıyor.
Paul Tremblay: “Tiptoe” – Laird Barron
Tremblay’in en rahatsız edici bulduğu öykü, görünürde sıradan bir baba-oğul oyunu üzerine. “Tiptoe” adlı oyunda baba çocuklarını gizlice yakalayıp çimdikler. Masum başlayan bu oyun, gizli şiddet ve avcılık metaforuna dönüşüyor. Tremblay, “Barron okuru ikinci sayfada bile diken üstüne oturtuyor,” diyor.
CJ Tudor: “Doctor Sleep” – Stephen King
Tudor, anne olduktan sonra The Shining’in devamı olan Doctor Sleep’i okuduğunda, King’in “çocuklara yapılan kötülüğün” dehşetini iliklerine kadar hissetmiş: “Bir satır var — ‘Çocuk uzun süre dayandı, ses telleri yırtılana kadar bağırdı.’ Bu cümle beni aylarca takip etti.”
Alma Katsu: “The Road” – Cormac McCarthy
Katsu’ya göre The Road, “en gerçekçi kıyamet romanı”. İklim felaketi sonrası bir baba ve oğlun yolculuğunu dinlerken, her sayfada soğuk bir korku hissetmiş. “Bu biz olabiliriz,” diyor. “McCarthy, insanlığın sona erdiği bir dünyada bile vicdanın ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.”
