Londra’daki Barbican Sanat Galerisi, çağdaş sanatın aykırı sesi Huma Bhabha ile modernizmin efsane ismi Alberto Giacometti’yi bir araya getiriyor. Ancak bu karşılaşma, geçmişin gölgesinde ezilen bir diyaloğa değil; Bhabha’nın baskın enerjisiyle Giacometti’nin neredeyse “müze parçası”na dönüştüğü bir yüzleşmeye dönüşüyor. Sergi, sadece iki sanatçının biçimsel dünyalarını değil, insanlığın kırılganlığını, kültürel hafızayı ve estetik cesareti de yan yana koyuyor.
Çürük Polietilen ve Yanmış Kemikler: Huma Bhabha’nın İfadesi
Karachi doğumlu, New York merkezli sanatçı Huma Bhabha, 2019 tarihli heykeli “Mask of Dimitrios” ile serginin başında izleyiciyi karşılıyor. Plastik poşetlerden memeler, siyah köpek kemikleri, metal sandalye iskeleti ve döküntü bir yüz plakasıyla oluşturulan figür, insanlığın bitmemiş ve yaralı halini temsil ediyor. Bu bir grotesk değil; kasıtlı bir dehşet duygusu. Sergi boyunca kullanılan malzemeler – alçı, metal, kemik, boya, kauçuk – Bhabha’nın estetikte konfor aramadığını net biçimde ortaya koyuyor.
Giacometti’nin Asketizmine Karşı Bhabha’nın Doymazlığı
1950 yapımı “Four Women on a Base” gibi Giacometti klasiklerinin yer aldığı sergide, sanatçının ikonik, incelmiş figürleri sarsılmaz bir varoluş duygusu taşıyor. Ancak Huma Bhabha’nın yerleştirmeleri, bu figürlerin çevresine kaotik bir güncellik katıyor. Bhabha’nın yerlere serdiği yanık başlar, şişmiş ayaklar, dişli suratlar ve terakota heykeller, Giacometti’nin abartılı ciddiyetini yerinden ediyor. Bu bir diyalogdan çok, sessiz bir meydan okuma gibi okunuyor.
Modernizmin Yeni Yorumcusu: “Bugünün Picasso’su”
Sanat eleştirmeni Jonathan Jones’un deyimiyle, “Bhabha, bugünün Picasso’su.” Ancak aradaki fark şu: Picasso, sömürge kültürlerinden ödünç alırken; Bhabha, bu kültürlerin içinden konuşuyor. Mask of Dimitrios heykelinde, Picasso’nun koleksiyonundaki Okyanusya maskelerine açık göndermeler var. Ancak Bhabha bu göndermeyi içeriden ve isyan ederek yapıyor.
2003 tarihli “Magic Carpet” işinde, beyaz botlar giymiş bir figür, Osmanlı tarzı bir halının üstünde dolaşırken sergilenen kültürel çarpışma, Avrupa merkezli sanat tarihine doğrudan bir eleştiri sunuyor. Bhabha’nın işleri, Giacometti’nin travma sonrası modernizmini değil, sömürge sonrası evrensel çelişkileri merkezine alıyor.
Yıkımın Şekillendirdiği Estetik
Bhabha’nın “Scout” adlı heykeli, Eski Mısır mezar heykellerini andırıyor ancak yanmış mantar yüzeyiyle bu referansları bilinçli olarak parçalanmış bir hafızaya dönüştürüyor. Bhabha’nın heykelleri yalnızca şekil değil, şiddetle yoğrulmuş zaman kapsülleri. Her biri, yüzyıllık sanat tarihini yutarak kusuyor.
Barbican’daki bu sergi, 21. yüzyıl sanatının hâlâ yeni, sert ve beklenmedik olabileceğini kanıtlıyor. Huma Bhabha’nın eserleri, çağdaş sanatın hâlâ yumruk atabileceğini, güzellik ve iğrençliğin sınırlarının iç içe geçebileceğini haykırıyor.